Daha
önceki yazılarımda İşletmelerin, Çalışanları ve Bilgi Sistemleri ile
ilişkilerini yorumlamıştım. Şimdi de işletmelerin hayatlarını sürdürebilmesi
için gerekli olan TEDARİKÇİLERLE
ilişkilerini yorumlamak istiyorum.
Öncelikle tedarik ve tedarikçi kavramını açıklamak gerekir diye düşünüyorum.
Şöyle ki; dışarıdaki
arz kaynaklarından malzeme, ürün veya hizmet temin etme sürecine tedarik, satın alınacak malzeme, ürün
veya hizmetin temin edildiği kişi, firma, kurum veya kuruluşlara ise tedarikçi denmektedir.
Firmanızın
ihtiyacı olan ürün, hammadde ve hizmetleri satın aldığınız birçok firma mutlaka
vardır. İşletmeler bu firmaları seçerken hangi kıstaslara göre seçiyordur?
Ürünün üretim, depolama yerlerinin ve
sevkiyat koşullarının sizin kalitenize uygunluğu,
Ürünün/hizmetin sizin
şartnamelerinize uygunluğu,
Ürünün genel şartlarını gösteren analiz
sertifikası verebilmesi,
Ürünün/hizmetin tedarik süresinin uygunluğu,
Ürünün/hizmetin fiyatının uygunluğu,
Ürünün/hizmetin kalitesi,
Size geri bildirim zamanları,
Şikâyetlerinize göstermiş oldukları
hassasiyet,
Bu kıstaslara göre belirlediğiniz tedarikçilerle çalışmaya başlarsınız. Peki,
çalışma şekliniz nasıldır?
Genel olarak tedarikçilerle iki şekilde çalışma yöntemi uygulanmaktadır.
Tek tedarikçi ile çalışma,
Çok tedarikçi ile çalışma
Tek tedarikçi
ile çalışma şeklinde amaç; her malzeme veya hizmete ihtiyaç duyulduğunda, bilinen
ve sürekli çalışılan tedarikçiden kısa sürede malzeme veya hizmeti temin
etmektir. Buradaki avantajlar nelerdir derseniz:
– Yüksek hacim
sayesinde maliyet düşürme,
– Kalite gerekçeleri
nedeniyle,
– Alıcının tedarikçi
üzerinde daha kuvvetli hale gelmesi,
– Satınalma sipariş
maliyetlerinin azalması,
– JIT (Tam Zamanında)
kullanma zorunluluğu,
– Ulaştırma
maliyetlerinin azaltılması,
– Özel üretim
gerekmesi,
– Envanter azaltılması
ihtiyacı
Çok tedarikçi
ile çalışma şeklinde amaç; Çok tedarikçi ile çalışmanın basit bir mantığı
vardır. Emniyetli olmak ve rekabet avantajı sağlamaktır. Buradaki avantajlar
nelerdir derseniz:
Çünkü tedarikçinizde herhangi bir sorun
olduğunda derhal diğer tedarikçiniz devreye alınır ve fazla zarar görmeden
badire atlatılabilir.
İkinci nedeni de tedarikçilerinizin fazla
oluşu ve onların kendi arasındaki rekabet nedeniyle size fiyat avantajı
sağlamasıdır.
Sizlerde bu çalışma şekillerinden bir veya her iki şekilde de çalışıyor
olabilirsiniz. Buna karar vermek için nasıl bir yöntem izliyorsunuz?
Sizin işletmeniz için tek tedarikçi ile mi yoksa çok tedarikçi ile mi
çalışmak en uygundur? Bunu her yönü ile değerlendirmek ve doğru kararı vermek
gerekir.
Size için önereceğim birkaç yöntem olabilir. Şöyle ki;
Eğer ürettiğiniz ürün çok kritik bir ürün
ise ve kullanacağınız hammaddenin tedariki konusunda sürekli sorun
yaşıyorsanız, tek bir tedarikçi ile sıkı bir işbirliği yapmanız sizin için en
doğru yöntem olabilir.
Ürettiğiniz ürünün hammaddesinin tedariki
sınırlı ise tek bir tedarikçi ile çalışmanız doğru bir yöntem olabilir.
Ürettiğiniz ürün kritik bir ürün değil ve fazla
sayıda tedarikçi var ise çok tedarikçi ile çalışabilirsiniz.
Satın alacağınız ürünlerin fiyatları
sürekli değişken ise çok tedarikçi ile çalışmak daha uygun bir yöntem olabilir.
Satın alacağınız ürünlerin tedarik süresi
uzun ise tek bir tedarikçi ile çalışmak sizi stok tutmak gibi bir maliyetten
kurtarabilir. Bu şekilde stoku tedarikçinize tutturabilirsiniz.
Satın alacağınız ürünün miktarı çok yüksek
olduğunda fiyat araştırması yaparak(yani öncelikle çok sayıda tedarikçiden fiyat
alıp) en uygun fiyat veren tedarikçi ile fiyat sabitlemesi yaparak tek
tedarikçi ile çalışabilirsiniz(bu arada fiyatları belli aralıklarla kontrol
etmelisiniz). Bu şekilde tedarikçiniz üzerinde çalışma şekli konusunda çok
etkili olabilirsiniz.
Yukarıda belirttiğim örnekleri çoğaltmak mümkün, sizinde gördüğünüz gibi
bir işletme için sürekli “tek tedarikçi” ile çalışma veya sürekli “çok
tedarikçi” ile çalışma mümkün olmayabilir.
Tedarikçilerle
çalışma şeklinizi, satın alacağınız ürünlere ve bu ürünlerin sizin için ne
kadar önemli olduğuna göre belirleyebilirsiniz. Yani işletmenizde hem “tek tedarikçi” ile çalışacağınız ürünler, hem de “çok tedarikçi” ile çalışacağınız ürünler bulunabilir.
İşletmenizde tedarikçilerinizi kayıt altına almanızda fayda vardır. Bunun
için bir “Onaylı Tedarikçi Listesi”
ve birde “Alternatif Tedarikçi Listesi”
oluşturabilirsiniz.
“Onaylı Tedarikçi Listenizde” sürekli çalıştığınız firmaların
bilgileri(firma adı, yetkili kişi, telefon, faks, e-posta ve tedarik edilen
ürünler) bulunmalıdır.
“Alternatif Tedarikçi Listenizde” ise sürekli çalıştığınız firmaların
alternatifi olabilecek firmaların bilgileri(firma adı, yetkili kişi, telefon,
faks, e-posta ve tedarik edilen ürünler) bulunmalıdır. Bu şekilde ihtiyaç
duyduğunuzda, hangi üründe tedarik sorunu yaşarsanız, alternatif firmalarınızı
kullanabilirsiniz.
Birde tedarikçiler ile ilişkinizi sizi ve onu geliştiren bir platformda
olmalıdır. Zira tedarikçiniz sizden, siz tedarikçinizden çok şeyler
öğrenebilirsiniz. Zira tedarikçinin, işletmenin hedeflerini gerçekleştirmek
için destek olan bir ortak gibi olması gerekir.
Bernard Shaw:
“Akıllı adam aklını kullanır. Daha akıllı adam, başkalarının aklını da
kullanır”
Kaynak: FİLİZ Atilla,
Satın almada Tedarikçi İlişkileri Yönetimi, Satınalma Yönetimi Sertifika
Programı, Seminer Notu, Boğaziçi Eğ. 2007
Daha
önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, şirketler için öncelikler
sıralamasında birinciliği Çalışanlar almaktadır. Ondan sonra ise BİLGİ SİSTEMLERİ gelmektedir.
Bilgi
Sistemleri, birkaç bölümden oluşan bir yapıyı birlikte tarif eder. Şöyle ki; bu
yapıda, donanım(Bilgisayar, Data Kablolama, Switch, Yazıcı, Modem vb.) ile
yazılım bir bütündür.
Peki,
neden Bilgi Sistemleri derseniz? Eskiden olsa firmaların müşteri adetleri,
satış kapasiteleri belli bir sayıda idi ve bir defterden takip edilebiliyordu.
Bu deftere her şeyi yazabilirdiniz. Müşteri adları, borçları, tahsilâtlar,
giderler vb. ne varsa.
Günümüzde
ise müşterilerinizin kayıtlarını tutmak,
tahsilâtlarınızı, borçlarınızı, alacaklarınızı, çalışanların
maaşlarını, ödediğinizi avansları,
mesaileri, satışları, stokları
takip etmek için onlarca defter yetmemektedir.
Bu tür
kayıtlarınızı tutmanız için en azından bir bilgisayara ihtiyaç duyulmaktadır.
Bu bilgisayarda neler yapabilirsiniz? Yukarıda bahsettiğim konularla ilgili tüm
kayıtlarınızı tutabilirsiniz. Ancak bu kayıtları tutabilmeniz için bir yazılıma
ihtiyaç duyacaksınız. Bilgileri kaydetmek için basit bir Excel programını veya ERP(Kurumsal
Kaynak Planlama) yazılımını kullanabilirsiniz.
10 kişilik
bir firmada 1 bilgisayar ve Excel programı belki yeterli olacaktır. Ancak 50,
100 veya 150 kişilik bir organizasyonda bütün işleri 1 bilgisayar ve Excel
programı ile takip edebilir misiniz? Tabii ki hayır. Bu durumda bilgisayar
sayılarını arttırmanız gerekecektir. Peki, bu bölümlerdeki işlerin ve
kayıtların birbirlerine aktarılması nasıl olacaktır?
Bu durumda
işletme içindeki bilgisayarların(bölümlerin) birbirleriyle haberleşmesi, veri
alış-verişinde bulunması gerekmez mi? Mesela bir satış yapıldığında, bu ürünün
depoda var olup olmadığının bilinmesi gerekmez mi? Depoda ürünün olup
olmadığını(yüzlerce ürününüz olduğunu düşünürseniz) stoklarınızı kayıt altında
tutarsanız bilebilirsiniz. Bu bilgiyi almak için, satış bölümü her defasında
depoyu mu aramalıdır? Yoksa bilgisayarına baktığında stokları hemen görebilmeli
midir?
Bunu tüm
bölümler için düşünebilirsiniz. Mesela üretilmesi gereken bir ürünün hammaddesinin
satın alınması için talep geldiğinde, Satınalma Bölümü elindeki hammadde
stoğunu bilmezse, gereksiz yere malzeme satın almış olmaz mı?
Bütün
bölümlerin birbirleriyle sürekli iletişim halinde olması ve bilgi akışının
sürekli olması için şirketteki bütün bilgisayarların birbirleriyle bağlı olması
gerekir.
Bu bağlantı
şekilleri kısaca LAN(Lokal Area Network-Aynı bina veya bölüm içindeki
bilgisayarları bağlama şekli) veya WAN(Wide Area Network-fiziksel olarak farklı
noktalardaki bilgisayarları bağlama şekli) denen yapılarla bağlanır.
Peki
diyelim ki bölümlerdeki bütün bilgisayarları birbirine bağladık. (Buna ağ denir). Bu bilgisayarların
ortak kullandığı bir yazılım olması gerekir ki, bölümlerin tümünde toplanan
bilgiler ortak bir noktada birleşebilsin. Bu nasıl mümkün olabilir dediğimizde
karşımıza Otomasyon Yazılımları dediğimiz genellikle ERP(Kurumsal Kaynak
Planlaması) yazılımları diye de adlandırılan yazılımlar çıkmaktadır.
ERP
Yazılımı ne yapar dediğimizde ise, öncelikle şirketlerde bulunan tüm bölümlerin
işleyişini üzerinde barındıran ve buna göre tasarlanmış yazılımlar anlamına
gelir. Bir şirkette bulunan bölümler nelerdir mesela? Satış, Üretim, Satınalma,
Muhasebe, İnsan Kaynakları, Finans, Depo vb. diye devam eder.
ERP
yazılımları da bu bölümlerin tüm yaptığı işlerin kayıtlarını tutabilecek
şekilde tasarlanmıştır. Mesela bu yazılımlarda tüm müşteri bilgilerinizi
tutabilir, kime, ne zaman, ne kadar satış yaptığınızı görebilir, müşteri borcunu
takip edebilir, müşterilerinizin ödemelerine bakabilirsiniz. Tedarikçilerinizi
takip edebilir, hangi tarihte ne kadar alım yapmışsınız? Ne kadar borcunuz var,
hangi tarihte ödeme yapacaksınız bunları görebilirsiniz. Tüm borç ve
alacaklarınızı tek bir tuşla listeleyebilirsiniz. Deponuzdaki ürünlerin veya
hammaddelerin stok durumuna bakabilirsiniz. Üretim için gereken hammadde
miktarlarını tespit edebilir, siparişlerinize göre ne kadar üretim yapacağınızı
birkaç tuşla belirleyebilirsiniz. Personelinizin avanslarını takip edebilir,
maaşlarını birkaç dakikada hesaplayabilirsiniz.
Şimdi bir
düşünün bütün bu işleri bilgisayarda birkaç raporla yapabilecekken, defterlerle
uğraşmak, kime ne verdim? Kimden ne kadar alacağım var diye düşünmek ne kadar
doğrudur? Bu kadar zamanınız var mı gerçekten?
Peki,
şirket olarak bütün müşterilerinizle ve bayilerinizle nasıl iletişim kuruyor ve
ürünlerinizi onlara nasıl ulaştırıyorsunuz?
Son
yıllarda oldukça gelişen Internet üzerinden ticaret, KOBİ‘lerin ürettiği ürünleri çok geniş bir müşteri kitlesine hızlı
ve kolayca satabilecekleri bir alan olarak ortaya çıkmıştır. Internet üzerinden
ticaret ise B2C ve B2B olarak, Aplikasyon denenmobil
uygulamalar üzerinden, sosyal medya üzerinden, yurt içi veya yurt
dışı alternatif pazarlar üzerinden yapılabilmektedir.
Öncelikle
B2C(Şirketten-Tüketiciye) ve B2B(Şirketten-Şirkete) kavramlarını açıklamamız
gerekiyor. B2C denildiğinde, bir şirketin ürettiği ürünleri, tüketiciye yani
son kullanıcıya Internet üzerinden satması demektir. B2B denildiğinde, bir
şirketin ürettiği ürünleri, başka şirketlere Internet üzerinden satması
demektir.
Birde,
firmaların bayileri ile yapmış
olduğu ve e-sipariş denilen bir
çalışma şekli vardır. Burada şirketlerin, bayilerinden ödeme almadan sadece sipariş
almalarını sağlayan bir sistemdir.
Görüldüğü
gibi, eğer KOBİ’ler Bilgi Sistemlerine önem verirse, gerek verimlilikleri artacak
gerekse çok geniş bir müşteri kitlesine ulaşabilecektir.
Birde KOBݑler
de çalışan sayısı az olması dolayısı ile genellikle Bilgi İşlem için bir personel
istihdam edilmez veya edilemez. Bu durumda kurulan bilgisayar sisteminizi nasıl
kontrol edecek ve nasıl yürüteceksiniz?
Böyle bir
durumda en iyi çözüm dışarıdan bu hizmeti almaktır. Bu hizmeti alırken dikkat
edilmesi gereken ise uzun süreli işbirliği yapmaktır. Burada seçilen bilişim
firması ile yıllık bakım anlaşması yapmak iyi bir yöntem olabilir.
*Aşağıdaki insanlar ve kuruluşlar gerçekten
önemli bir yere gelmiş kişi ve kuruluşlardır. Fakat teknolojihakkında söylenen en aptalca sözleri
sarf etmekten kurtulamamışlar.
ABD patent
dairesi müdürü charles duell, 1899 yılında: “İcat edilebilecek her şey icat edilmiştir.” demiş.
Oxford profesörü
Erasmus Wilson 1878 yılında; “Bu
yılki paris fuarı bittiğinde ‘elektrik ışığı’ da onunla birlikte bitecek ve bir
daha sözü edilmeyecek.” demiş.
Literary
digest dergisi, 1899 yılında; “Otomobilin
elbette bisiklet kadar yaygın kullanımı olmayacak.” tespitini yapmış.
1876’da yeni
teknolojiyi reddeden western union yöneticisi: “Bu telefon denen şeyin bir iletişim aracı olarak düşünülmesi için çok
fazla kusuru var. Bu alet hiç işimize yaramaz.” demiş.
Fransız
fizyoloji profesörü Pierre Pachet, 1872 yılında; “Louis Pasteur’ün mikroplar teorisi saçma sapan bir kurmaca.”
demiş.
İngiliz
kraliyet cemiyeti başkanı Lord Kelvin, 1895 yılında; “Havadan uçan ağır makineler(uçak) yapmak imkansızdır.” demiş.
Fransız harp okulu‘nda askeri strateji
dersi veren Mareşal Ferdinand Foch; 1.dünya savaşı’ndan önceki günlerde; “Uçaklar ilginç oyuncaklar ama hiç bir
askeri değerleri yok.” demiş.
Warner Bros
stüdyolarının yöneticisi H.M.Warner 1927 yılında sesli film teknolojisini
reddedip; “Oyuncuların konuşmalarını kim dinlemek ister ki?”
demiş.
Radyonun
öncüsü David Sarnoff’un iş ortağı 1920’lerde neden Sarnoff’un radyosuna destek
vermediğini şöyle açıklamış; “Telsiz
müzik kutusunun hayal edilebilecek hiç bir ticari değeri yok. Belirli bir
kişiye gönderilmemiş bir mesaj için kim para öder ki?”
Mühendis Lee
Deforest, 1926 yılında şu kehanette bulunmuş; “Televizyon, teorik ve teknik olarak mümkün olsa da ticari ve mali
açıdan imkânsızdır.”
IBM(bilgisayar
üreticisi firma) yöneticisi Thomat Watson 1943 yılında; “Dünyada belki beş bilgisayarlık bir pazar
ancak var.” demiş.
Popüler Mechanics
dergisi ise; “Gelecekte
bilgisayarlar 1.5 tondan daha ağır olmayacak.” kehanetinde bulunmuş.
Digital Equeipment
Corporation’ın kurucusu Olsen ise 1977 yılında şöyle demiş; “İnsanların evlerine bilgisayar almak
istemeleri için hiçbir sebep yok.“
İşletmelerde yaşanan sorunlar işletmenizin geleceği
hakkında neler yaşayabileceğinizi gösterir. Aslında işletmede yaşanan sorunlar
size durumunuz hakkında sinyaller vermektedir. Önemli olan bu sinyalleri iyi
izlemek ve çabuk fark edebilmektir. Nedir bu sinyaller derseniz?
Şirketiniz içinde bazı kararlar mutlaka alınıyordur, fakat bu kararların uygulanması konusunda sıkıntılar yaşıyor olabilirsiniz.
Hedeflerinizi belirlemekte ve firmanızın 1 yıl, 3 yıl veya 5 yıl sonra nerede olacağını öngörme noktasında tıkanıklıklar yaşıyor olabilirsiniz.
Müşteri şikâyetleriniz çoğalmaya başlamış olabilir. Bu konuda aldığınız önlemlerin yeterli olmadığını ve daha neler yapabileceğinizi sorguluyor olabilirsiniz.
Şirket içindeki çalışanlar veya bölümler arasında sürekli sürtüşmeler yaşanıyor olabilir.
Personel sirkülâsyonu(giriş-çıkış) çokça yaşanıyor ve işe giren personel kısa sürede işten ayrılıyor olabilir.
Üretim ve siparişlerle ilgili sorunlarla karşılaşıyor ve çözüm bulmakta zorlanıyor olabilirsiniz.
Gelen siparişlerin zamanında müşteriye gitmemesi ve hatalı ürün üretimi ile sıkça karşılaşıyor olabilirsiniz.
Satınalma faaliyetleri ile ilgili sorunlar yaşıyor olabilirsiniz,
Verimlilik, karlılık ve performans geliştirme konusunda yetersiz kalıyor olabilirsiniz,
Çalışanlarımızın moral ve motivasyonu beklenilen seviyede olmadığını görüyorsunuz,
İş ve verimliliğinizin geliştirilmesi konusunda bilgi ve deneyiminizin yeterli olmadığını düşünüyorsunuz,
Maliyetlerinizi belirli aralıklarla kontrol edip, gerekli iyileştirmeleri yapamıyor olabilirsiniz,
Çok yoğun çalışıyorsunuz, fakat problemleriniz eksilmiyor olabilir,
İş süreçlerinizi tanımlamada ve gerekli iyileştirmeleri yapmada yetersiz kalıyor olabilirsiniz,
Verimlilik, karlılık ve performans geliştirme konusunda yetersiz kalıyor olabilirsiniz.
Şimdi gelin bu sinyallerin ne dediğine bakalım;
Öncelikle yukarıda saydığımız sadece işletmelerde yaşanan
sorunların bazıları. Sizde işletmenizde bu veya buna benzer birçok sorunla
karşılaşıyorsunuzdur. Öncelikle işletmenizi ve çalışanlarınızı dinlemeniz
gerekir. İşletmenizde neler oluyor? Çalışanların ne tür sorunları var?
Müşteriler neler diyor?
Bu ve bunun gibi geri dönüşler ve yukarıda saydığımız
sorunları fark ettiğinizde bir adım ileriye geçmiş olursunuz.
Bundan sonra yapılması gerekenler neler olabilir?
Öncelikle işletmenizdeki sorunları tespit etmeli
ve bunlarla ilgili bir uygulama planı yapmalısınız.
Yaptığınız plan doğrultusunda sorun yaşayan
bölümlerinizden başlayarak uygulamaya geçmeli ve bu plandan taviz
vermemelisiniz. Zira, KOBİ’lerde alınan bir karar kısa sürede rafa kaldırılır
ve sadece kâğıt üzerinde kalabilir.
Bu uygulama planını yürütecek profesyonel bir
yönetici veya danışman olması planın uygulanması konusunda çok daha etkili
olacaktır.
Bu plan uygulanırken de işletmede ki çalışanlar
sürecin içine dahil edilmelidir. KOBİ’lerde tek karar verici genellikle firma
sahibi olduğu için, çalışanların önerileri çok fazla dikkate alınmaz, bu da
çalışanların bir süre sonra öneriler getirmesini durdurur. Çalışanlar, nasıl
olsa önerilerim dikkate alınmıyor diyerek, sadece kendi işlerini belli bir
performansta yapmaya başlarlar.
Çalışanların, işletmenin bir değeri olduğu ve eğer
işletme bir noktaya gelmişse bu çalışanlarla geldiği unutulmamalıdır. Bir
işletme eğer daha ileriye gidecekse çalışanlarının performansıyla
gidebilecektir.
Çalışanların uygulamaların içinde olduğu
işletmelerde alınan kararların hayata geçirilmesi ve sonuç alınması daha
kolaydır. Zira işletmede alınan kararlarda çalışanlar dışarıda tutulursa
kararlara karşı direnç oluşacak ve uygulamalar sekteye uğrayacaktır.
İşletmelerde yapılan uygulamaların takibi ve
izlenmesi için bilgi sistemlerine önem verilmelidir. Zira elde edilecek
verilerin hızlıca toplanması ve değerlendirilmesi ancak bilgi sistemleri ile
mümkündür.
Bunun yanında tedarikçilerinizle ilişkilerinizde
sizin için önemlidir. Zira ürün kalitesi ve tedarik süresi, müşterilerinize
verdiğiniz sözleri yerine getirmenizde çok önemlidir.
Tabii ki bunların yanında en önemlisi
MÜŞTERİLERİNİZ. Müşteri sadakati yaratacak çözümler üretebilmek için, yukarıda
yaptığınız iyileştirmeler size yol gösterecektir. Siz, çalışanlarına saygı
duyan, bilgi sistemlerini kullanan, tedarikçileri ile iyi ilişkiler kuran ve
MÜŞTERİLERİNE önem veren bir firmasınızdır artık.
“Bilmediğiniz şeyin size zarar
vermeyeceğini büyük ihtimalle duymuşsunuzdur, ama iş hayatında verir.” C. S. Lewis
Makalelerkategorisine gönderildi|İşletmenizde kötüye gidişin sinyalleri ve yapabilecekleriniz için yorumlar kapalı
Mağazacılık
sisteminin gelişmesi ve geniş bir müşteri kitlesine ulaşmak, kendi öz
kaynaklarını kullanmanın yanında yatırımcıların gücünü de kullanmak için
Franchise sistemi en etkili yollardan birisidir.
Bu yazımızda, Franchise
sisteminde nelere dikkat etmek gerektiği konusunu işleyeceğiz.
Öncelikle, Franchise
verebilecek bir noktada olup olmadığınızı bilmeniz gerekir. Bunun yolu da marka
olup olmadığınızdan geçer. Yoksa, biz Franchise verelim nasıl olursa olsun derseniz
gerek yatırımcıya gerekse firmanıza zarar vermeniz kaçınılmazdır.
Artık markanız
sizin bulunduğunuz lokasyonu aşmış ve farklı bölgelerde de tercih edilir olmaya
başlamıştır. Son kullanıcı müşterileriniz, kendi bölgelerinde ürünlerinizi
nereden bulabiliriz diye sormaya başlamıştır. Farklı farklı bölgelerden
müşteriler, bulunduğunuz lokasyona gelip, ürünlerinizi almaya çalışıyorlardır.
Mağazalar, sizin ürünlerinizi markanızla birlikte kendi mağazalarında satmak
için ürün talep ediyorlardır.
Tüm bunlar,
ürünlerinizin tercih edilir olduğunu ve bir marka kavramının geliştiğini
gösterir.
Sizde, bu talepler
üzerine farklı farklı lokasyonlarda mağazalaşmaya karar verdiniz. Şimdi ne
yapacaksınız?
Hemen ilanlar
verip Franchise verdiğinizi duyurmaya ve yatırımcılardan talep gelmesini
beklemeye başlamamalısınız.
Peki nereden
başlayacaksınız?
Eğer ne
yapacağınızı bilmeden bu işe girerseniz kısa sürede markanıza zarar verme
olasılığınız yüksektir. Öncelikle bir iş planınız olmalı. Bu iş planında ne
yapmak istediğinizi belirlemelisiniz. Nerelerde olmanız gerektiğini tespit
etmelisiniz. Kapasitenizi hesaplamalısınız. Üretim, stok, sevkiyat, pazarlama, insan
kaynağını hesaplamalı ve neyi ne kadar yapabileceğinizi tespit etmelisiniz.
Baktınız ve
kapasitenize göre kaç Franchise mağazaya hizmet verebileceğinizi tespit
ettiniz. Şimdi bunların alt yapısını oluşturmalısınız.
Franchise vermek
istediğiniz bölgelerde potansiyeli görmek amacıyla pazar araştırması
yaptırmalısınız. Hangi bölgede kaç mağaza açabileceğinizi, müşteri
eğilimlerini, alım gücünü tespit etmeli ve ürün karması oluşturabilmek ve hangi
ürünleri mağazada konumlandırabileceğinizi belirlemelisiniz.
Bunları
belirledikten sonra, eksiksiz ve her konuyu kapsayan bir Franchise sözleşmesine
ihtiyacınız olacaktır. Çok dikkat edilmesi gereken ve her yönüyle iyi
hazırlanması gereken bir sözleşme olmalıdır. Her yerde bulabileceğiniz bir
sözleşme sizin taleplerinizi karşılamayabilir. Sizin kendinize göre bir yapınız
var ve sözleşmenin de bu yapıya uygun olması gerekir. Sözleşmenin içinde, size
özel durumların olması ve iki tarafı da koruyan özellikte olması gerekir. Tek
taraflı hazırlayacağınız bir sözleşme, kısa vadede size kar sağlamış
görünebilir. Ancak bu yolculuk uzun bir yolculuktur ve orta veya uzun vadeli
bakılmalıdır. Eğer yatırımcıyı zora sokan bir sözleşme hazırlanırsa ileriye
dönük olarak kapanan Franchise mağazalar sebebiyle markanızın zarar görmesi
kaçınılmazdır.
Sonraki adımda, bu
operasyonu merkez ayağında yönetecek tecrübeli bir Franchise sorumlusu ile işe
başlamalısınız. Birçok firmanın yaptığı hata, henüz ortada mağazalaşma
oluşmadığı için şirket içinden birisini bu iş için görevlendirir ve bu kişiden
performans beklenir. Oysa ki, konusunda uzman bir yönetici ile işe
başladığınızda, hızlıca yol alabilirsiniz.
Bunları yaparken, mağaza konseptinizi
belirlemeli ve bunun teknik altyapısını oluşturmalısınız.
Öncelikle bu operasyon ile ilgili tüm iş
süreçlerini belirlemelisiniz.
Mimari görünüm, iç
dekorasyon nasıl olmalı?
Kullanılacak
ışıklandırma nasıl olmalı?
Vitrin nasıl
olmalı? Vb.
Şimdi merkez yapınızı oluşturmaya
başlamalısınız.
Mağaza açılış
ekibi oluşturulması,
Mağaza mimari
ekibi veya mimari hizmet firması belirleme süreci,
Franchise
siparişlerinin üretimi, takibi, kontrolü, sevk edilmesi için kimler ne iş
yapacak?
Ürün iade, mal
kabul ve mağaza merkez iletişiminin nasıl yapılacağı belirlenmeli.
Yazılım altyapısının kurgulanması
önemlidir.
Franchise
mağazacılıkta karşılaşılan en önemli ve ihmal edilen konulardan birisi de
yazılım altyapısıdır. Biz bir Franchise bulalım, yazılım ve sistemi sonra da
kurgularız denilerek ihmal edilen, sonrasında da büyük sorunlar yaşanılan bir
durumdur.
Bunlarla beraber, Franchiser
için yatırımının takribi geri dönüş süresini belirleyebiliyor olmalısınız.
Ayrıca eğitim, pazarlama, insan kaynağı, ürün, kullanılacak yazılım vb.
konularında nasıl destekler verileceği belirlenmeli ve yazılı bir dosya haline
getirilmeli.
Tüm bunları
hazırladıktan sonra, Franchise yatırımcı arayışına başlayabilirsiniz. Bu
noktada, bölgelerde bulunan satış yaptığınız müşterilere franchiser
çalışmasının detaylarını anlatarak başlayabilirsiniz. Franchise ile ilgili her
yıl düzenlenen fuara katılmakta yol almanıza yardımcı olacaktır. Ayrıca,
bölgesel olarak radyoda, TV’de, sosyal medyada ilan ve reklam çalışması
yapabilirsiniz.
Şimdi birde dikkat edilmesi gereken nokta,
doğru franchiser seçmek.
Size, birçok küçük
veya büyük yatırımcı talepte bulunabilir. Bunların iyi irdelenmesi gerekir.
Doğru bölgede doğru yatırımcıyı konumlandırmanız markanızın gelişmesi için çok
önemlidir. Eğer bölge ve potansiyel araştırması yapmışsanız ve öncelikle o bölgeden
gelen talepleri önceliklendirmenizde fayda vardır. Zira, bölgeyi bilen, insan
kaynağına hızlıca ulaşabilen (mağazacılık sektörünün en önemli sorunlarından
birisi hızlı personel sirkülasyonudur) bir yatırımcı olmalıdır.
İkinci nokta
yatırımcının elindeki sermayenin sizin belirlediğiniz Franchise yatırımı kadar
olmamasına dikkat etmelisiniz. Zira, mağazanın kendi kendini döndürebilmesi
belli bir zaman alacaktır. Bu sürede de yatırımcının hayatını idame ettirecek
artı bir geliri olmalıdır. Bu olmadığı takdirde, yatırımcı size olan
yükümlülüklerini yerine getirmekte zorlanacak ve sizden ürün ve mali destek
isteme durumuna gelebilecektir. Bunları neden anlatıyorum? Franchise verirken
başınıza gelebilecek yaşanmış durumlar olduğu için anlatıyorum.
Üçüncü bir nokta,
yatırımcının bu işin başında durması önemlidir. Sadece parasını vereyim siz her
şeyi halledin dendiğinde sorunlarla karşılaşmanız olasıdır. Bu durumda, çok
ciddi bir yük alabilirsiniz. Kurulum sırasında vereceğiniz destekler haricinde,
yatırımcı ayrı bir tüzel kişilik olduğu için işini kendi takip etmeli, size
yönetimsel, idari, teknik konularda yük olmamalıdır. Böyle bir durumda, kendi
mağazanızı yönetir gibi ilgili Franchise mağaza ile de ilgilenmek zorunda
kalabilirsiniz.
Franchise verdiniz ve sistem kuruldu.
Mağaza açıldı, hayat gayet iyi gidiyor. Şimdi gelelim mağazaların
denetlenmesine.
Bildiğiniz gibi,
franchiserlar sizden ayrı tüzel kişiliklerdir. Sizin onlara karşı
yükümlülükleriniz olduğu gibi (ürün temini, sipariş takibi, zamanında teslimat,
pazarlama desteği vb.) onların da size karşı yükümlülükleri vardır. Bunlar
öncelikle markanızın korunması, sadece sizin ürünlerinizin ilgili mağazalarda
satılması, belirlediğiniz fiyatlardan farklı fiyatlarla satışların olmaması,
müşteri ilişkilerinin belirlediğiniz kurallar çerçevesinde yürütülmesi,
pazarlama ve kampanya faaliyetlerinin yine sizin belirlediğiniz kurallar
çerçevesinde yürütülmesi, ödemelerin zamanında yapılması gibi.
Bu mekanizmanın sağlıklı yürütülmesi için
denetim mekanizmasının etkili olarak çalıştırılması gerekir.
Eğer denetim mekanizması kurulmamış ve etkili
çalışmıyorsa, Franchise ile sorunlar yaşamanız kaçınılmazdır. Başka markaların
ürünlerinin mağazada satılmasından, satılan ürünlerin belirlenen fiyatlar
dışında farklı fiyatlarla satılmasına, satılan ürünlerin yazılım sistemine
girilmemesinden, müşterilere karşı yanlış davranışlara, personel motivasyonuna
kadar birçok konuda zafiyet oluşur ve bu da markanıza zarar verir.
Yani, bir
Franchise mağazanız kendi mağazanızdan farklı değildir. Hiçbir şekilde ihmale
gelmez. Nasıl olsa ürün çekiyor, ödemesini de yapıyor diyerek mağaza ile
iletişiminizi azaltırsanız orta veya uzun vadede zarar görebilirsiniz.
Her konuda, her
işte olduğu gibi güzel bir söz vardır. “Güven
Esas, Kontrol Şarttır.”
Farkındalık diye bir kelime duyarsınız
zaman zaman. Ancak nedir farkındalık derseniz bunu bazılarımız tanımlayamaz,
bazılarımızda birçok şey söyleyebilir.
Aslında biraz açmak gerekirse
“farkında olmak” anlamına gelir. Kendinizin ve çevrenizde olan
bitenlerin farkına varmak ve bunlarla ilgili uygulamalar geliştirmek anlamında
da kullanılabilir.
Şimdi, ben herşeyin farkındayım dediğinizi
duyar gibiyim.
O zaman siz, kendinizi iyi tanıyorsunuz,
sorun ve problemleri görüyor, bunlarla ilgili çözümler geliştiriyorsunuz
demektir.
Bir söz vardır, belki duymuşsunuzdur; “Dünyayı değiştirmek istiyorsan, önce kendinden başlamak lazım!”
Farkındalık, aslında insanın kendisi ile
başlar. İnsan, kendi durumunu, yeteneklerini, yetkinlikliklerini, eksiklerini,
neye üzülüp, neye kızdığını, olayları karşılama biçimini, olaylara karşı
davranışlarını, tepkilerini, var oluş sebebini, ne yaptığını, ne yapmak
istediğini, vb. bilirse kendisinin farkında olmaya başlamıştır.
İnsanın kendini bilmesi, herhangi bir
durumda ona göre davranmasını sağlar.
– Araç kullanmayı yeni öğrenmiş birisinin,
araba yarışlarına katılmak istemesi gibi,
– Hukuk eğitimi almamış birisinin,
avukatlık yapmak istemesi gibi,
– Okuldan yeni mezun birisinin, hemen müdür
veya genel müdür olmayı istemesi gibi durumlarda,bu insanların kendini
tanıyamamış olduğunu, yeteneklerinin veya yetkinliklerinin farkında olmadığını
gösterir.
Kendini tanıyan insanlar, neler
yapabileceğini bilen insanlardır. Bu insanların olaylara bakışı, davranışları,
yaklaşımları farklıdır.
Mesela kanıksanmış bir toplumsal davranışa
yaklaşımları ve buna göre çözümleri de vardır.
Yani farkındalığı gelişmiş insanlar
çevrelerindeki problemleri, sorunları veya tehlikeleri görür, bunların çözümü
için öneriler getirir.
Kendisinde veya çevresinde olan bitenleri
görmeyen veya ilgilenmeyen insanların, öneri ve çözüm getirmesini beklememek
gerekir.
Farkındalığı arttırmak mümkün müdür?
– Evet mümkündür.
Sadece nasıl bakmanız gerektiğini bilmeniz
gerekir. Bunun içinde gerek iç dünyanızı, gerekse dış dünyanızı iyi izlemeli,
sorgulamalı ve buna göre davranmalısınız.
Farkındalığı arttırmak için, izlemek nasıl
olacak derseniz?
Bunun için gerek iç dünyanızda nelerin
olduğunu, herhangi bir olay karşısında nasıl davrandığınızı, neye üzülüp, neye
sevindiğinizi, neye kızdığınızı, yeteneklerinizi ve ne yapmak istediğinizi
kaydetmeniz iyi bir başlangıç olacaktır.
Bu kayıtlardan yola çıkarak, genel olarak
hangi durumlarda nasıl tepkiler verdiğinizi bulabilirsiniz.
Bu izleme döneminden sonra olayların sebeplerini
bulmaya ve sorgulamaya çalışmalısınız. Sebeplerini bulduğunuz olayların
çözümlerini geliştirmeniz daha kolay olacaktır.
Bu yöntemle, kendiniz ve çevrenizde farklılık
yaratmaya başlayabilirsiniz.
Mesela, trafik yoğunluğu yaşayan bir
şehirdeyseniz ve hergün bu trafiğe giriyorsanız, bunu bir kader gibi kabul edip
hergün bu eziyeti çekmektense, alternatif ulaşım araçlarını veya güzergahlarını
kullanmak farkındalıkla ilgili bir durumdur. Ya da artık tek kişi olarak
aracınızla çıkmamak, trafik yükünü arttırmamak ta bir farkındalık örneği
olabilir.
Bunun gibi örnekleri çoğaltmanız mümkündür.
Mesela, biliyorsunuz ki Türkiye bir deprem
ülkesi, İstanbul’da da deprem bekleniyor. Bu durumda neler yapmak gerekir?
Sadece devletin önlemler almasını mı beklemek gerekir. Yoksa sizinde
alabileceğiniz önlemler var mıdır?
Yine biliyorsunuz ki ülkemizde eğitimde
eşitsizlik var. Kimi çocuklar özel okullarda, özel dersler alarak eğitimlerini
sürdürüyorlar. Kimi çocuklarda 50-60 kişilik sınıflarda eğitim almaya çalışıyorlar.
Bu eşitsizliği gidermek için neler yapılabilir? Sadece devletin iyileştirme
yapmasını mı beklemek lazım. Yoksa sizin alabileceğiniz önlemler var mıdır?
Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Yukarıda da denildiği gibi; “Dünyayı
değiştirmek istiyorsan, önce kendinden başlamak lazım!”
Öncelikle bir
işletmede, İşletme sahibinden sonra, işletmenin devamı için değerler sıralaması
yapılsa sizce listenin başına neyi yazmak gerekir?
Sanırım en başa
ÇALIŞANLARI yazmak yanlış olmasa gerek. Neden çalışanlar peki derseniz? Aşağıda
bunlara yanıtlar bulmaya çalışalım.
İşletmelerde
bulunan bütün süreçlerde çalışanların varlığı söz konusudur. Süreçlerin planlanmasında,
uygulanmasında, sonuçların değerlendirilmesinde ve buna göre yeniden planlanmasında
hep insan(çalışan) vardır. Sizce de çalışanların olmadığı bir işletmenin
varlığını sürdürmesi ve ilerleyebilmesi mümkün müdür?
İşletme olarak
hedeflerinize ulaşmak ve büyümek istiyorsanız çalışanlarınızın durumunu sürekli
izlemeli ve onların işletmeye bağlılıklarını arttırmalısınız. İşletmeye
bağlılığı arttırmak için, öncelikle çalışanlarınızın sorunlarını bilmeniz ve
ona göre hareket etmeniz gerekir.
Mesela çalışanların sorunlarını irdelesek
bunlar neler olabilir?
Niğde
Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Semsettin USLU ve Ars. Gör. Yavuz DEMIREL bu durumla ilgili bazı tespitlerde
bulunmuşlar. Aşağıda bu tespitleri bulacaksınız. Ayrıca yapılmış bir saha
çalışmasını da sizlerle paylaşmak istedim.
*Ülkemizdeki KOBI
yöneticileri kendilerinde toplanan yegane yetkinin bütün sorunları çözeceğine
inanırlar. Çalışanları devamlı emirler yağdırarak ve sürekli işlerine müdahale
ederek yönetmeye çalışmak, onların yönetime olan güvenini ve bağlılığını azalttığı
gibi performanslarını da düşürür.
Oysa ki çalışanlara
ilişkin sorunları, çalışanlarla birlikte belirlemek ve çözmek verimliliği daha
da arttıracaktır. Çalışanların sorunlarını aşağıdaki gibi birkaç noktada
toplayabiliriz;
a- Çalışanlar Arasında
Ekip Çalışmasının Zayıflığı
Küçük ve Orta Boy
İşletmelerin en belirgin özelliğinden biri de ekip çalışmalarının yaygınlığıdır.
Bu tür çalışmalar sayesinde işletmenin çalışanları arasında toplantılar yapmaları,
karşılıklı bilgi alışverişi dayanışmanın ön planda tutulması KOBİ’lerde başarıyı
ve kaliteyi bir bütün olarak algılamalarını sağlar. Ancak ülkemizde bu tür
faaliyetler yeterince yapılmamaktadır.
b- İletişim Eksikliği
KOBİ’leri
rekabete hazırlama için gerekli bilginin tüm bireylere aktarılması iletişimle sağlanır.
İşletmede belirlenen hedef, politika ve stratejilerin tüm takım tarafından paylaşılması,
sorumlulukların belirlenmesi, aynı hedefe yönlendirilmesi, kararlara temel oluşturacak
verilerin süratle toplanması ve güvenirliği, iç ve diş müşteri ihtiyaçlarının saptanması
ve sorunlara çözüm bulunması gereklidir. Sürekli iyileştirmeyi mümkün kılacak
verimlilik ölçümleri, bir diğer deyişle geri besleme mekanizmasının çalıştırılması
ancak etkin bir iletişim modelinin varlığı ile mümkündür.
c- Bilgi Yetersizliği
KOBİ’lere çağdaş
yönetim tekniklerinin uygulayabilmeleri, bilgi ve iletişim teknolojisindeki gelişmeleri
takip etmeleri için uygun isletme kültürü oluşturmalarında gerekli danışmanlık
hizmetleri verilmelidir. Bilgi işletmedeki islerin hedeflenen kaliteye uygun
bir şekilde yapılması ve karar verme mekanizmasının sağlıklı bir şekilde yerine
getirilmesinde kullanılan en önemli unsudur. Çalışanlara, is süreçleri ile
ilgili gerekli tüm bilgileri aktarmak gerekir. Bilgi toplumuna geçiş sürecinin başladığı
günümüzde bilgi, temel güç ve ana sermaye halini almıştır. Bilgi işi ile uğrasan,
yani bilgi üreten, bilgi pazarlayan ve bilgi yayan kişilerin gün geçtikçe artış
gösterdiği ve bilginin vazgeçilmezliğini gündeme getirmiştir.
KOBİ’lerin basarsızlık
nedenlerinin çoğunun arkasında bilgi eksikliği yatmaktadır. Ancak bu sorun
henüz isletmelerimiz tarafından yeterince algılanmamıştır. Aslında en önemli
sorun da buradadır. Bugün pek çok isletme, bilgi toplama, bilgi isleme ve bilgi
değerlendirme için yeterince yatırım yapmamaktadır.
d- Güven Ortamının
Olmayışı
Herhangi bir isin ilk ve vazgeçilmez girdisi güvendir.
Güvenin olmadığı bir ortamda hiçbir is yapılmaz. Yeni ise başlayanlar ayin
sonunda maaşlarının ödeneceği konusunda işverene güvenmiyorlarsa o işe başlamazlar.
İşveren çalışanlarına güvenmiyorsa, makinelerini ve arabalarını emanet edemez. Bir
işletmede yapılan bir değişimin, işletmenin tamamını etkilediği kaçınılmaz
olgudur. Değişime direnişi ortadan kaldırmak ve çalışanların desteğini
kazanabilmek için her sedyen önce yatay-dikey bölüm ve kişiler arasında karşılıklı
güven duygusunun hakim olması gerekir. Bu konu ile yönetim şekli ve yönetim arasında
da karşılıklı bir ilişki olmasını gerektirir. Organizasyon el düzeyde tüm çalışanlar
arasında güvene dayalı bir ilişkinin varlığı, katılımcıyı güçlendirecek, yeni
yönetim tekniklerinin yönetim tarafından uygulanmasını da kolaylaştıracaktır. Güvensizliğin
hakim olduğu bir işletmede, karşılıklı birlik ve beraberliğin olması da mümkün değildir.
e-
Motivasyonun Sağlanamaması
İşletmelerin
temel kaynağı insan olduğu için insanı yakından tanımak gerekir. İnsan sosyal
bir varlık olduğundan oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir. Nerede? Nasıl? Ne
zaman? Nasıl? davranacağını önceden bilmek oldukça güçtür. İşletme açısından
ele aldığımız zaman, insanların bulunduğu işletme ve işletme amaçları ile is
gören amaçlarının çoğu zaman çelişkili durumlar yarattığı görülmektedir. Bu
gibi durumları ortadan kaldırmak veya en aza indirmek için yapılan çalışmaların,
rasyonel nitelik kazanması için önerilen; işletme ve bireysel amaçların uyumlu
olması gerekmektedir. İşletme amacına ulaştığı takdirde, birey de kendi amacına
ulaştığına inanırsa, çalışan daha çok motive olabilir. Sonuçta çalışan işinden
daha çok tatmin olabilecek duruma gelecektir.
f- Çalışanların
Hak Ettiği Ücreti Alamamaları
Küçük ve Orta Ölçekli
İşletmelerin vasıflı eleman istidamı konusunda genellikle cimri davrandıkları gerçeği
bilinmektedir. Bu işletmelerin çoğunda vasıflı personelin büyük işletmelerde çalışacağı,
çünkü kendilerinin bunun için gerekli yüksek ücreti ödemeyecekleri düşüncesi
hakimdir.
g- Çalışanlar
İle Üst Yönetimin Amaç ve Hedeflerindeki Farklılıklar
Ülkemizde Küçük
ve Orta Ölçekli İşletmelerde ekip ruhunun oluşturulmaması amaç ve hedeflere ulaşmayı
güçlendirmektedir. Özellikle “ben” duygusunun “biz” duygusunu da içererek genişletilmesi
gerekliliği konusundaki hassasiyeti gerçekleştirmek yönetim ve çalışanlar arasındaki
en önemli unsurdur. Şayet bu gerçekleştirildiği taktirde yönetim ve çalışanlar arasında
hedef birliği sağlanabilir.
h- Çalışanlar Arasındaki Adam Kayırmacılık
KOBI’nin en önemli sorunlarından biri de yerel düzeyde insan ilişkilerinin
“hemşerilik” temelinde ifade bulması nedeniyle kuruluşa aidiyet, işi ve işyerini
benimseme, işbirliği ve özveri gibi davranışların tam olarak benimsenmemesi ve
bu değerlerden uzaklaşmanın giderek yaygınlaşmasıdır.
Özetle; yukarıdaki tespitlere göre belirlenen çalışan sorunlarını çözmeye çalışırsanız, işletmeye aidiyet artacak, personel sirkülasyonu azalacaktır. Buda verimliliğinizi arttıracaktır.
**AŞAĞIDA
ÇALIŞANLARIN SORUNLARI ÜZERİNE BURSA’DA YAPILAN BİR ARAŞTIRMA BULUNMAKTADIR:
a- Araştırmanın Amacı
Bu çalışmadaki amaç, ülkemizde
faaliyette bulunan Küçük ve Orta Boy İsletmelerde çalışanların, sürekli gelişen
ve değişen küresel dünyada isletme içi temel sorunlarını belirlemek ve bu
sorunlara çeşitli çözüm önerileri getirmektir.
b- Araştırmanın Kapsamı
Bu araştırma kapsamına, Bursa
ilinde imalat sanayinde faaliyet gösteren 108 Küçük ve Orta Boy İsletmelerin
yöneticileri dahil edilmiştir.
c- Araştırmanın Yöntemi
Çalışmayla ilgili teorik ve ampirik
araştırmalar yapılmıştır. Teorik araştırma kapsamında kuramsal veriler
literatürden yararlanılmak suretiyle çeşitli bilimsel araştırmalardan elde edilmiştir.
Küçük ve Orta Boy İsletmelerde çalışanların sorunlarına iliksin, yöneticilerin görüşleri
kapalı uçlu sorular içeren anket yöntemi ile alınmıştır. Elde edilen bulgular değerlendirilerek
öneriler sunulmaya çalışılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde, basit yüzde
yönteminden yararlanılmıştır.
d- Araştırma Sonuçları Ve Değerlendirmeler
Tablo 1: Yöneticilerin Eğitim Durumu
Öğrenim Düzeyi
Yönetici Sayısı
Yüzde Oranı
Geçerli yüzde oranı
İlkokul
6
5,56
5,56
Ortaokul
11
10,19
10,19
Lise
41
37,96
37,96
Yüksekokul
15
13,89
13,89
Üniversite
33
30,56
30,56
Yüksek Lisans
2
1,85
1,85
Toplam
108
100
100,00
Tablo 1 incelendiğinde araştırma kapsamına
dahil edilen isletmelerin yöneticilerin eğitim düzeylerinin anket sonuçlarından
elde edilen bilgiler çerçevesinde, %5,6 ilkokul, %10,2 ortaokul, %38 lise,
%13.9 yüksekokul, %30,6 üniversite ve %1,9 yüksek lisansa sahip oldukları belirlenmiştir.
KOBİ’lerde yönetim genelde
mülkiyeti elinde bulunduranlara aittir. Profesyonel yöneticilere az rastlanmaktadır.
Değişimi fark etmek ve gerekse de bu değişime uyum için gerekli çalışmaları
yapmak yönetimin kalitesine göre değişim göstermektedir (Erkan, Elemen,
2001:208).
KOBİ’lerde profesyonel yöneticiler
oluşturmak için eğitime daha fazla önem vermek gerekir. Ayrıca mevcut
yöneticileri geliştirmek ve bilgi yönünden güçlendirmek için hizmet içi eğitimlere
yeterince önem verilmelidir.
Tablo 2: KOBİ’lerde Çalışanların Sorunları
Çalışanların Sorunları
Evet
Hayır
Kısmen
ONAYLAYAN
%
ONAYLAYAN
%
ONAYLAYAN
%
Çalışanların
işletme içerisinde motivasyonu sağlanmaktadır.
51
47,2
26
24,1
31
28,7
Çalışanlar
arasında yaygın bir ekip çalışması var.
50
46,3
17
15,7
41
38,0
Çalışanların
birbirine ve işletmeye güvenleri tamdır.
26
24,1
47
43,5
35
32,4
Çalışanlar
arasında iyi bir iletişim vardır.
53
49,1
8
7,4
47
43,5
Çalışanlar yeterli
iş bilgisine sahiptir.
90
83,3
3
2,8
15
13,9
Çalışanlar
hak ettiği ücreti alabilmektedir.
22
20,4
56
51,9
30
27,8
Çalışanlar
arasında adam kayırmacılık vardır.
7
6,5
79
73,1
22
20,4
Çalışanlar
üst yönetimin amaç ve hedefine uygun hizmet vermektedir.
30
27,8
15
13,9
63
58,3
Tablo 2’de, çalışanların
sorunları ve memnuniyet derecelerini belirlemek için yapılan ankette ortaya çıkan
sonuçlar yer almaktadır.
Buna göre yöneticiler, Çalışanların işletme içerisinde
motivasyonu sağlanmaktadır. düşüncesine evet diyenlerin oranı %
47,2’dir. Motivasyonda en önemli konu, çalışan davranışlarını ve bunların
nedenlerini bilmektir. Her davranışın arkasında bir istek, önünde ise amaç vardır.
KOBİ’lerin amaçlarına ulaşabilmeleri için çalışanların isteklerini
doyurabilmelidirler. Çalışan kendi dünyasına uygun ve kendine özgü nitelikte çizdiği
amaçlarına ulaştığı ölçüde mutludur. çalışan isletmeden birçok şeyler bekler:
ekonomik kaynaklar, güvenlik, eğitim olanakları…gibi. İsletme de çalışandan yaratıcılığını
ve zeka gücünü ortaya koymasını ister. Bu iki istek grubu arasında en iyi
dengeyi kurmak gerekir. Bu dengeyi sağlamanın en geçerli yolu isletmenin amaçlarını
olduğu kadar çalışan amaçlarını da yakından tanımaktır. Bu amaçla öncelikle çelişenleri
ise yönelten güdülerin ve bunların kaynaklandığı gereksinme türlerini
incelemekte yarar vardır.
Çalışanlar arasında yaygın bir ekip çalışması var görüsüne evet diyenlerin oranı % 46,3 kimsen vardır diyenlerin oranı ise % 38,0 olduğu söylenmiştir. Geleneksel yapıya sahip işletmelerin yerine yeni modern işletme yapıları almıştır. Bu gelişmenin nedeni yeni sorunlara geleneksel yapıların çözüm bulamamasıdır. Geleneksel organizasyonlar bireysel performansı ve bireysel davranışı öne çıkarır. Çalışanlar bireysel hedefleri için motive edilir. Bu anlayışla çalışanlar arasında kıyasıya rekabet vardır. Günümüzde bu olgu hastalık olarak kabul edilmekte ve büro patoloji ismi ile anılmaktadır. Büro patoloji, bir işletmede çalışanların zamanla işletmenin genel amaçlarını gözerdi ederek kendi şahsi amaçlarına hizmet etme eğilimidir. Bunun nedeni ise çalışanların bireysel hareket etmelerinden kaynaklanmaktadır.
Çalışanların birbirine ve isletmeye güvenleri tamdır
görüsüne evet diyenlerin oranı sadece %24,1’dir. Bir işletmede, yapılan bir değişim
işletmenin tamamını etkilediği kaçınılmaz olgudur. KOBİ’lerin en önemli sorunu değişim
sorunudur. KOBİ’lerde değişime karsı direnişi ortadan kaldırmak ve çalışanların
desteğini kazanabilmek için her şeyden önce yatay-dikey bölüm ve kişiler arasında
karşılıklı güven duygusunun hakim olması gerekir. Bu konu yönetim sekli ve
liderlik arasında da karşılıklı bir iliksi olmasını gerektirir. Organizasyon el
düzeyde tüm çalışanlar arasında güvene dayalı bir iliksinin varlığı, katılımcıya
güçlendirici, yeni yönetim tekniklerinin yönetim tarafından uygulanmasını da kolaylaştıracaktır.
Güvensizliğin hakim olduğu bir işletmede, karşılıklı birlik ve beraberliğin olması
da mümkün değildir. Yani işletmesel ekip ruhu ile hareket edilmez.
Çalışanlar arasında iyi bir iletişim vardır diyenlerin oranı
% 49,1 evet, %7,4 hayır, %43,5 ise kimsen olduğu saptanmıştır. KOBİ’lerde yeni
teknik ve yöntemlerin sağlıklı bir şekilde islemesi ve basarıyla
uygulanabilmesi için iyi bir iletişim düzeninin kurulması gerekir. İşletmenin
hedef, politika ve stratejilerinin tüm takim tarafından paylaşılması,
bireylerin yetki ve sorumluluklarının arttırılarak ayni hedefe
yönlendirilmeleri, alınan kararlara temel oluşturulacak verilerin süratle toplanması
gerek iç müşteri gerekse diş müşteri güvenini sağlamak için, ortaya çıkacak
problemlerin çözümünde birlikte hareket için etkin bir iletişim modeli
gereklidir. Daha önceleri ile destekleyici fonksiyon olan iletişim günümüzde
yönetimin temel fonksiyonları arasına girmiştir.
Çalışanlar yeterli is bilgisine sahip olduklarını düşünenler
% 83,3 oranındadır.
Çalışanlar hak ettiği ücreti alabilmektedir görüsüne evet diyenlerin
oranı % 20,4 bu ücreti düşük bulanların oranı ise %51,9 civarındadır. KOBİ’lerde
çalışanlardan yeterince faydalanmak için gerekli bilgi ve beceriler sağlanmalıdır.
Böylece istenilen is kalitesine ulaşılabilir. İsletmedeki tüm süreçlerle ilgili
yeterince bilgi ve beceri kazandırılmayan çalışanlar bu uygulamayı basarisiz kılarlar.
Çünkü yönetiminin hedefi “sıfır hata” ile is yapmaktır. Bunu sağlayabilmek için
isin gerektirdiği gerekli mesleki ve teknik bilgiyi elde etmek gerekir. Ayrıca çalışanların
bilgi ve deneyimlerinden en üst düzeyde yararlanmak için onlara hakkettiği
ücretleri vermek gerekir.
Çalışanlar arasında adam kayırmacılık yoktur diyenlerin oranı
%73,1 olması sevindirici bir durumdur. Günümüz modern isletme yönetiminde çalışanlarının
motivasyonu objektif kriterlerle sağlanmaktadır. Çünkü adam kayırmacılık hassas
ve personelin motivasyonu üzerinde doğrudan etkili bir konudur. Dolayısıyla işletmede
çalışanlar arasında ayrım gözetmeksizin işletmenin tamamının, gerçek performans
ve objektif kurallara göre yönetilmelidir. Ayrıca liyakat terfi sisteminde de
bu uygulama esas alınmalıdır.
Çalışanlar üst yönetimin amaç ve hedefine uygun hizmet vermektedir
düşüncesine evet diyenlerin oranı % 27,8’dir. KOBİ’lerde isletme yönetimi ile
ilgili politikalar belirlenmesi bu politikalardan yönetimin sorumlu olması, alt
kademeye bildirilmesi isletme ile ortaya çıkan problemleri çözümünde üst
yönetimin yol gösterici, yönlendirici, katılımcılığı esas alması gerekir.
SONUÇ
KOBİ’lerin sürekli ve çarpıcı şekilde
değişen şartları yakından takip edebilmeleri için yöneticilerin stratejik düşünme
ve karar verme yeteneğine sahip olmaları gerekir. Ülkemizde KOBI
yöneticilerinin ayni zamanda genellikle isletme sahibi oldukları ve örgenim
düzeylerinin düşük olduğu bilinmektedir. Bu nedenle çağın gereklerine uygun
yönetim teknikleriyle değil geleneksel yönetim anlayışı ile hareket
etmektedirler.
Yapılan çalışma sonuçlarına göre
yöneticilerin eğitim düzeyleri, %5,6 ilkokul, %10,2 ortaokul, %38 lise, %13.9
yüksekokul, %30,6 üniversite ve %1,9 yüksek lisans olduğu görülmektedir. Bu oranların
yüksek okul ve üniversite yönünde yoğunlaşması için gerekli tevsikler yapılmalıdır.
Ülkemizdeki KOBİ’lerin en önemli sorunlarından bir diğeri de işletme kültürünün
olusturulamamasıdır. İsletme çalışanlarının, motivasyonunun sağlanamaması, ekip
çalışmasının olmayışı, iletişimin yetersizliği, güven ortamının olmayışı, is
bilgisinin yetersizliği, yanlış ücret politikaları, çalışanlar arasındaki eşitsizlik
ve üst yönetim ile çalışanlar arasındaki amaç ve hedef farklılığı isletme
kültürünün oluşturulmasındaki en önemli sorunlardır. Bu sorunların yaşandığı
isletmelerden verimlilik beklemek oldukça hayale kaçmaktadır. Araştırma verilerine
göre isletmelerin, %47,2’de motivasyonun sağlandığı, %46,3’de ekip çalışmasının,
%24,1’de güven ortamının , %49,1’de iletişimin yeterli, %20,4’de ücretin
yeterli olduğu belirtilmiştir. Ayrıca %27.8’de çalışanlarla yöneticiler arasında
amaç ve hedef birliğinin olduğu görülmüştür. Bu sonuçlar irdelendiğinde ülkemizdeki
KOBİ’lerin çalışanlarla olan sorunları oldukça fazladır. Bu sorunların ortadan kaldırılması
için isletme içi kültürel yapının gözden geçirilerek bu yapının günümüz şartlarına
göre uyarlanması gerekir. Sonuç olarak globalleşmenin sonucunda isletmeler ülke
sınırları dışında rekabet etmek zorunda kalmaktadırlar. Rekabet edebilmek için sürekli
iyileştirmenin ve isletme içinde isletmenin kalbi ve beyni durumunda olan çalışanlara
gerekli önemi vererek üretim ve pazarlama faaliyetlerinde rekabet üstünlüğü sağlanabilir.
KAYNAK:
*KOBI’LERDE ÇALISANLARIN SORUNLARI ÜZERINE BIR ARASTIRMA:
Yrd. Doç. Dr. Şemsettin USLU
Niğde Üniversitesi. I.I.B.F.
Arş. Gör. Yavuz DEMIREL
Niğde Üniversitesi Aksaray I.I.B.F.
**Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Şayı: 12 Yıl : 2002 (173-184 s.)
İşletmelerde, özellikle KOBİ ‘ler de sorunlar başladığında
firma sahipleri ne yapacaklarını bilememenin sıkıntılarını yaşamaya başlarlar.
Sorunların fark edilmesi de daha çok ekonomik kriz, pazar
daralması ve dolayısı ile satışların düşmesi sonucunda baş gösterir. Zira
satışlar düştüğünde bunların nedenleri sorgulanmaya ve sebepleri bulunmaya
çalışılır. Çünkü satışlar iyi iken hiçbir sorun gözükmez, gözükse de önemsenmez.
Zira satışlar gayet iyidir ve işletme büyümektedir!
Özellikle KOBİ ‘ler de yetişmiş insan gücü çok az olması
sebebiyle de sorunun fark edilmesi ve çözümü konusunda çok fazla ilerleme
sağlanamaz. Firma sahibi böyle zamanlarda sadece satışlara odaklanarak çözüm
bulmaya çalışır. Ancak yapısal olarak sorunun sebebini bulmadan satış
kadrolarında değişikliğe gitmeye, satışı ekibini yönlendirmeye çalışır. Kendisi
de satış yapmaya ve satışları arttırmaya çalışır.
Firma sahiplerinin bunları yaparken genellikle belirlenmiş
bir planı yoktur. Tek derdi satışları arttırmaktır.
Çoğu firma sahiplerinde, şirketi kurup belli bir noktaya
getirdiği için her şeyi kendisinin bildiği gibi bir yanılgı oluşur. Ancak
firmanın patinaj yaptığı, ilerleyemediği, rekabet edemediği durumlarda buna bir
anlam veremezler.
Bu gibi durumlarda firma sahipleri hemen palyatif tedbirler
almaya başlarlar. Bu tedbirlerde genellikle tasarrufa adı altında çalışanlara
yönelik uygulamalar olur. Çalışanların kullandığı elektrik, su, telefon, yemek,
servis gibi giderlerde kısıntıya gitmeye başlarlar. Çalışanlarına yönelik
baskılar kurmaya ve onların iyi çalışmadıklarını sürekli dile getirmeye
başlarlar. Ancak neden verimli çalışmadıkları konusunda bir öneri veya çözüm
getiremezler.
Oysaki bu gibi durumlarda firma sahipleri, kendi bilgi
birikimleriyle firmalarını belli bir noktaya kadar getirdiklerini, ancak bundan
sonra farklı bir şeyler yapmak gerektiğini çoğunlukla fark edemezler. Yani ya
bünyeye bir profesyonel yönetici istihdamı, ya da dışarıdan danışmanlık alma
konusunda çekimser kalırlar. Çünkü her şeyi kendileri daha iyi biliyordur,
işletmeyi dışarıdan gelen birisinin tanıması ve yönetmesi ile sorunlarının
çözülebileceğine zor ikna olurlar.
Diyelim ki bu firma sahiplerinden bir kısmı, dışarıdan bir
profesyonel yönetici veya danışmanlık hizmeti almaya karar verdiler. Bu durumda
da ilgili taraftan gelen değişim ve farklılaşma önerilerine karşı direnç
göstermeye başlarlar.
Aslında bu zihniyetteki firma sahiplerinin çoğu, ben değişim
adına hiçbir şey yapmayayım, ama firmamda gelişip büyüsün demekteler. Bu “Hem
karnım doysun, hem de pastam dursun” zihniyeti ile de çok fazla
ilerleyememekte, rekabet edememekte ve sonunda işletmesini kapatmak zorunda
kalmaktadırlar.
R.
P. Lamont
“Bir iş adamının kararları, sahip olduğu bilgiden öteye gidemez.”